Üç Anadolu Efsanesi'nde Köroğlu (Birinci Bölüm)
Yaşar Kemal ile ilgili araştırmalar yapan birçok araştırmacı, onun sözlü –veya bir kısmı yazılı halk bilimi mahsullerinden ne denli etkilendiğine ve yapıtlarında bu mahsullerden nasıl yararlandığına vurgu yapmışlardır. Ancak Yaşar Kemal’in yapıtlarında hangi halk bilimi türlerinden yararlandığını belirleme konusunda yeterli kaynağın olmadığı görülmektedir. Oysa bu makalede üzerinde duracağımız konu itibarıyla da Yaşar Kemal’in, kendisini bir destan anlatıcısı, bir ozan yerine koyup olayları anlatırken atasözleri, deyimleri, türküleri, masalları, hikayeleri, efsaneleri veya birtakım motifleri gelişigüzel söylemediği noktası üzerinde durulacaktır. Ufak çaplı olarak Yaşar Kemal’in Üç Anadolu Efsanesi adlı kitabında Köroğlu ve Karacaoğlan anlatmalarını işlerken kullandığı halk bilimi türlerini ve motiflerini belirlemek, incelemek, kaynağını bulmaya çalışmak hem tasnif anlamında hem de yararlılık anlamında değerli olacaktır. Üç Anadolu Efsanesi’yle ilgili önce Köroğlu hakkında iki, ardından Karacaoğlan hakkında bir yazı yazarak bir seri oluşturma gayreti güdecek ve incelememizi derinleştirmeye çalışacağız.
Pertev Naili Boratav’ın Köroğlu Destanı (2009) adlı kitabı, Köroğlu faslında söz konusu halk edebiyatı tür ve halk bilimi motifleri ile ilgili varyantlar ve kapsadığı rivayetler ile rivayetlerde yer alan şiirlerin tespiti ve anlaşılması açısından yararlı bir kaynaklık etmiştir. Fakat Yaşar Kemal’in Yörük Kilimindeki Nakışlar (1982) adlı yazısında, Yaşar Kemal’i ve hatta bu makalede üzerinde duracağımız Üç Anadolu Efsanesi’ni konu ediniyor olsa da tür ve motiflerin üzerinde irdeleyici bir biçimde durulmamıştır. Nitekim Nedim Gürsel, Yaşar Kemal ve Köroğlu Destanı ile ilgili incelemelerinde Yaşar Kemal’e hayranlığını gizleyememiş ve kimi yerlerde bilimin tarafsızlık ilkesinden uzaklaşmıştır. Oysa yapılması gereken Yaşar Kemal özelinde ve daha çok Köroğlu değerlendirmeleri yapmaktır. Burada ana kahraman Köroğlu’dur ve onun üzerinde tarafsız bir şekilde durmak gerekmektedir. Böylelikle bu inceleme, Yaşar Kemal’i ve kitabını da kapsayacak bir şekilde Köroğlu üzerinde yoğunlaşacaktır.
Köroğlu Destanı Türk dünyasında, özellikle Anadolu ve Orta Asya’da yüzyıllar boyunca işlenmiş; tasvir, şiir, türkü, deyim, hikaye vb. halk edebiyatı türleri içerisinde büyük ve güçlü bir alan yaratmıştır. Köroğlu/Gûroğlı hakkındaki destanlar ve hikayeler Balkan Türklerinden Orta Asya’ya ve Sibirya’daki Türklerden, Kazak, Uygur ve Tobol Tatar Türklerine kadar çeşitli Türk boyları arasında ve aynı zamanda aynı dil ve kültür ailesine mensup olmayanlar arasında da çok meşhurdur (Reichl, 2017). Bu alanlar doğu ve batı varyantları olarak tasnif edilmiştir. Destan bu kadar geniş bir alana yayılmışken bizim esas alacağımız varyantlar batıya ait olan Anadolu ve Azerbaycan varyantlarıdır.
Köroğlu
Üç Anadolu Efsanesi’nde Köroğlu, Köroğlu’nun Azerbaycan rivayetiyle büyük benzerlik gösterir. Denilebilir ki Yaşar Kemal, metnini bu rivayete göre kurgulamıştır. Ancak bu iki metin arasında bir tek fark vardır ki onu da Pertev Naili Boratav şöyle açıklayıp değerlendirmektedir:
“Reyhan Arap epizodu, “Üç-Köpükler”den sonra geliyor; Bezganla Köroğlu’nun boy ölçüşmesinden sonra bir kez kollar (epizotlar) biçiminde anlattıkları birkaç macera dizisini bir tek kolda toplamış, onlara kendine göre bir düzen vermiş. Anlatıda hikayeciden hikayeciye değişen yöntem ve bileşim özellikleri olağandır; halk hikayelerinin eşitlenmeleri anlatıcının bu türlü biçimleme özgürlükleri sonucu oluşur” (Boratav, 1982).
Yine Nedim Gürsel de bu konuda aynı şeyi söylemektedir (Gürsel, 1997) ve bizim de bunun dışında aykırı bir fikrimiz bulunmamaktadır; metninin Azerbaycan rivayetinden alındığı kesindir.
Yaşar Kemal’in metninin akışını bozmadan ilerleyecek ve sayfa sayfa, bölüm bölüm gördüklerimizi inceleyeceğiz. İlkin metnin girişinde yer alan şu ifadeler dikkat çekicidir:
“Hey kardeşler, hey dostlar, yolda belde, tavlada tarlada, kırda ovada durup da bizi dinleyenler, okuyanlar, dünyanın kaç bucak olduğunu soranlar, bilenler, hey yedi iklim dört bucağı gezenler, size bir destanımız var. İnsanoğlu şu dünyada neyi arar, arasa arasa dostluğu, kardeşliği arar, sözü uzatmak neye yarar... Biz başlayalım Köroğlunun hikayelerini anlatmaya birer birer. Gidelim eski, uzak yıllara, Köroğlunun başından geçenleri söyleyelim” (Kemal, 2016).
Burada açık bir biçimde görülüyor ki anlatıcı -aslında yazıcı- Yaşar Kemal, kendini bir destancı anlatıcısı olarak tasavvur etmekte ve anlattığı metnin de bir destan olduğunu, dinleyicinin buna hazırlanması gerektiğini söylemektedir. Bu gibi kalıp ifadeler tüm destanlar için gerekli ve geçerli özelliklerdendir. Bunun amacı dinleyicinin dikkatini toplamak ve anlatılana yönlendirmektir. Anlatıcı destanını anlatmaya başladıktan sonra okuyucu kesinlikle dinlemezlik etmemeli, uyumamalı ya da başka bir şeyle ilgilenmemelidir.
Bu kes(k)inliğin iki nedeni vardır. Birincisi anlatıcının, kendi anlatma isteğinin kırılmasını istememesidir. Bu gibi destanlarda anlatım çok uzun zamanlar almaktadır. Söylemekte fayda var ki ortalama hacimde destanların anlatılması yedi gece civarındadır. Bu durum göz önüne alınınca birinci nedenin önemi kendiliğinden anlaşılmış olur çünkü yedi gece anlatılacak bir destanın icrası sırasında dinleyicilerin dinlemek dışında başka şeylerle uğraşması hem diğer dinleyiciler hem de anlatıcı için zor bir durum oluşturur. İkinci ve halk bilimsel anlamda daha önemli olanı ise Tuva Türklerinde de hala yaşayan bir inançtır. Bu inancı Karl Reichl, L.V Grebnev’den şöyle aktarmaktadır:“İnanışa göre bir kişi, anlatıcıyı devamlı olarak dinlemek zorundadır. Çünkü bir kahramanlık destanının icrası sırasında uyuyan bir kişinin, hayatı kısalma tehlikesi ile karşı karşıyadır” (Reichl, 2017). Bu ikinci sebebin yani hayatın kısalması inancının Anadolu’da yaşamadığını söyleyebilsek de bunun kültürel kodlarda yaşadığını düşüncesindeyiz. Bunu ozana duyulan saygıdan, onun kış ve Ramazan gecelerinin vazgeçilmezi olmasından anlamaktayız. Her hâlükârda anlatıcının pürdikkat dinlenmesi gerekmektedir ve Yaşar Kemal bunu, gerektiği gibi ilk girişte yapmıştır.
Yukarıdan da anlaşıldığı üzere Yaşar Kemal kendini bir âşık/ozan yerine koymakta ve destana ozan diliyle devam etmektedir. Bilindiği üzere destan, masal, hikaye gibi anlatılar, hitabet özelliği güçlü olan bir âşık/ozan tarafından bir kitle karşısında gelişigüzel söylenir. Bu metinler kayıtlı değildir ve kulaktan kulağa yayılırlar; ozanın elinde bir metin yoktur, ancak bu tür kabiliyeti olan kişiler ozan olabilirler. Metne bu şekilde bakıldığı ve Yaşar Kemal’in de bir yazar olduğu düşünülürse, hatta giriş kısmında “dinleyenler”in yanında bir de “okuyanlar” dediğine bakılırsa burada bir hata aramak ihtiyacı duyulmaktadır. Alıntıda geçen “okuyanlar” sözcüğünü irdeleyen Jale Özata Dirlikyapan, farklı bir bakış açısı ortaya koymaktadır:
“Modern bir bakış açısıyla baktığımızda, anlatıcı ile yazarı ayrı düşünmemiz, dolayısıyla, okura/dinleyiciye seslenen sesin yazara değil anlatıcıya ait olduğunu söylememiz gerekir. Ancak bu metin için modern bakış açısı tek başına işlevsel olmayacaktır. Çünkü destan yazıcısı diye bir kavramdan söz edemeyiz. ‘Okuyanlar’ diyerek okura yönelen ses, yazar Yaşar Kemal’e, ‘dinleyenler’ diyerek dinleyiciye yönelen ses ise destan anlatıcısına aittir” (Özata Dirlikyapan, 2015).
Destanî metin, geleneğe aittir ve Yaşar Kemal de geleneği korumak, belki sürdürmek amacıyla hareket eden modern bir ozan misyonu taşımaktadır. Bu açıdan Özata Dirlikyapan’ın kaydettiği gibi Yaşar Kemal sadece yazardır fakat görüldüğü gibi destan anlatıcısı/ozan dili yaratarak yazarlıktan ozanlığa doğru bir geçiş sergilemekte ve ozanı taklit etmektedir.
Üç Anadolu Efsanesi’nde ilerleyince Bolu Beyi’nin seyisi olan Köroğlu’nun babası Seyis Yusuf’un beye kötü at seçtiği gerekçesiyle gözlerine mil çektirerek kör ettirdiği öğrenilmektedir. Köroğlu (körün oğlu) adının bu şekilde açıklanması destanın batı versiyonlarına özgü ortak bir yapıdır. Bu versiyonlarda Seyis Yusuf kör edilip mesleğinden edilince etkisi bitmez ve içindeki âşık/ozan ortaya çıkar. Bilindiği üzere Köroğlu, savaş kahramanlığının yanı sıra aynı zamanda bir halk ozanıdır. Kahramanımız, bu kabiliyetini babası Seyis Yusuf sayesinde ediniyor gibi gösterilmektedir yani baba da halk ozanıdır. Bunu, metinde geçen ilk şiir/türküden anlamaktayız ki bu şiir aslı itibarıyla Köroğlu’na aittir. Yaşar Kemal’in kitabında Köroğlu’nun beş şiiri geçmektedir. Bu beş şiirin beşi de Köroğlu destanının Maraş rivayetinden alınmadır. İlk şiir Maraş rivayetinin iki numaralı şiiridir ve bu metinde Köroğlu’nun babasını Seyis Yusuf’un ağzından saz eşliğinde söylenmektedir. Şiir şöyledir:
“Dinleyin ağalar dinleyin beyler
Sorarım bunları bir gün olur ki
Adam olup koç Kırat'a binişim
Kırarım belini bir gün olur ki
Ben yükümü dağ başına çözersem
Sıra sıra koç yiğidi dizersem
Yiğitler elinden bade süzersem
Ararım bunları bir gün olur ki
Al yanağım kızıl kana bulandı
Akan kandan coşkun sular bulandı
Düşman ne söyledi paşam inandı
Sorarım sizlerden bir gün olur ki
Ben Yusuf Bey idim kendi başıma
Düşürürdüm koç yiğidi peşime
Küçük Ali'm çıkar dağlar başına
Ararım sizleri bir gün olur ki” (Kemal, 2016).
Halk şiirinde yiğitlik, yurt sevgisi gibi konuları ya da tarihsel olayları coşkulu bir anlatımla işleyen kahramanlık şiirleri vardır. Âşıklar belli bir olayı yaşar yahut buna tanıklık ederler ve bu bağlamda bir şiir meydana getirirler. Olayın mutlak suretle iz bırakan bir niteliğe sahip olması gerekmektedir. Ele aldığımız şiir, âşık tarzı şiirin önemli türlerinden birini oluşturan koçaklamalardan bir örnektir. Şiir 11’li hece vezninin 6+5 kalıbıyla yazılmıştır ve intikam duygusunun ağır bastığı bir söyleme sahiptir. Buradan intikam duygusunun yanı sıra çeşitli bilgilere edinmekteyiz. Kırat ismi ilk kez bu şiirde geçmektedir ki bu at Köroğlu’nun meşhur atıdır -bu atın özelliklerine daha sonra değineceğiz-. Seyis Yusuf’un kör edilmesinin sebebi olan Kırat bu yüzden önemlidir. Üçüncü dörtlükte yer alan “Düşman ne söyledi paşam inandı” mısrasıyla seyise iftira atıldığı ya da herhangi bir suretle Bey’in yanlış yönlendirildiği peyda olmaktadır. Son dörtlükte de aslî kahramanımız Köroğlu’nun gerçek adı olan Ali verilmektedir.
Bolu Beyi ile Seyis Yusuf’un ve dolaylı olarak Köroğlu’nun düşmanı olan Reyhan Arap arasında geçen bir diyalog vardır (42. sayfa). Bu kısa kısa diyaloglar içerisinde Bolu Beyi’nin üst üste sorduğu sorulara cevap verirken Reyhan Arap, Bey’e akıl verir gibidir. Yani Reyhan Arap, Bolu Beyi’ne akıl hocalığı, aksakallılık etmektedir. Ayrıca Köroğlu ile babası Seyis Yusuf’un diyaloglarında sürekli olarak Köroğlu’nun tecrübesizliği ile Yusuf’un bilgeliği ön plana çıkmıştır. Bu tip, birçok Türk destanında “bilge tipi” olarak geçmektedir. Destanlarda liderlerin akıl danışıp öğütlerini dinledikleri güngörmüş yaşlılar vardır ki çok tecrübeli olan bu kimseler, genç hakanlara yol ve iz gösterirler.
Dede Korkut’ta Korkut Ata, başlı başına bir yol gösterici, bir akıl hocasıdır. Oğuz Kağan destanında adı geçen Uluğ Türk, bilge tipinin en güzel örneğidir; İdil suyunu geçmek için çaresizlik içinde gezinen Oğuzlara Uluğ Ordu Bey, ağaçtan sal yaparak geçmeleri konusunda yardım sağlamıştır. Ergenekon destanında demir dağı eriterek Türklerin yol bulup çıkmalarını sağlayan usta demirci de tipik bir akıl hocası örneğidir. Ural Batır destanında ihtiyar gemicinin Ural Batır’a yol göstermesi örnek olarak gösterilebilir. Ural Batır destanında da Tirihıv yolunu arayan kahramana yol gösteren ve akıl veren ihtiyar gemici, Ural Batır’a yolu gösterir ve biraz gidince yılkı sürüsüne rastlayacağını, sürünün içerisinden ‘Akbuzat’ı almasını söylemektedir (Abdurrezzak, 2014).
Kağanların yanında her zaman bir bilge kişi danışman görevinde bulunmuştur; bunlar belli özelliklerle birbirine çok benzerler, özellikle kendilerinde ilahi bir sezgi vardır ve uzun ömürlüdürler, devlet düzenin gelişmesinde büyük etkileri olur. Bu özelliği sadece Reyhan Arap ya da Seyis Yusuf gibi destanî kişilerde değil, Göktürk Yazıtlarında, bilhassa Bilge Tonyukuk’un tarihi kişiliğinde de görüyoruz.
Yukarıda Seyis Yusuf’ta da bir tür bilge tipi özelliğinin olduğuna değinmiştik. Kitapta biraz sonra Bolu Beyi’nin gazabından kurtulup Çamlıbel’e yollanan Köroğlu ve babası bilmedikleri bir yerde konaklarlar. Bu sırada baba Seyis Yusuf ile oğlu Köroğlu derin ve mutlu bir uykuya dalar. Seyis Yusuf rüyasında Bingöller diye bir yerde olduklarını anlar ve ona yaşlı bir pir görünür. Yaşlı pir ona, “Gaflet gözlerini aç ihtiyar. Gaflet gözlerini aç! İleriki dereden alaşafakta bir su gelecek. Suyun üstünde üç köpük var. İyi dinle beni. Suyun üstünde üç köpük var. Üç köpük… Biri yeşil, biri sarı, biri boz… Bu köpükleri bir kaba alır, içersin. Gözlerin açılır, gencelir, sapasağlam olursun” der (Kemal, 2016). Sözünü ettiğim bilge tipinin en önemli özelliklerinden biri de rüyalarında haber almalarıdır. Bu örnek açık bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Hem yukarıdaki paragraflarda anlattığımız öğüt durumları hem de burada değindiğimiz rüyada haber alma durumu, kesin bir biçimde Seyis Yusuf’un, oğlu Köroğlu’nun bilge tipi olduğunu göstermektedir.
Kaynakça
Abdurrezzak A. O. (2014). Türk Dünyası Mitolojik Destanları ile Kalevala Destanının Tipolojik Açıdan Mukayesesi. Gazi Türkiyat Türkoloji Araştırmaları Dergisi, (14), 189-223.
Boratav P. N. (2009). Köroğlu Destanı. Kırmızı Yayınları.
Boratav, P. N. (1982). Yaşar Kemal'in Yörük Kilimindeki Nakışlar. Bilim ve Sanat Dergisi, (14), 9-15.
Gürsel, N. (1997). Başkaldıran Edebiyat, Doğan Kitap.
Özata-Dirlikyapan, J. (2015). Yaşar Kemal'in Kaleminde Zuhur Eden Köroğlu. Bilig, (73), 171-184.
Yaşar Kemal. (2016). Üç Anadolu Efsanesi. Yapı Kredi Yayınları.
Reichl, K. (2017). Türk Boylarının Destanları: Gelenekler, Şekiller Şiir Yapısı. (Çev. M. Ekici). Türk Dil Kurumu (Orijinal yayım tarihi 2002).
Comments