Türkiye’nin İç Göç Meselesi Hakkında
İç göç meselesi insanların ve karar vericilerin büyük ölçüde öncelik sıralamasında gerilere attığı veya ciddiye almadığı meselelerin başındadır. İç göç kabaca bir tabirle, bir ülkenin sınırları içerisinde yapılan göçlere denir. Dört şekli bulunmaktadır. Bunlar; kırsaldan kırsala, kırsaldan kente, kentten kırsala ve kentten kente şeklindedir. Birçok sebep iç göçün nedeni olabilir. Eğitim, iş imkanları hatta evlilik gibi sebeplerin yanı sıra iklim değişikliği kaynaklı sorunlar, doğal afetler, ekonomik sıkıntılar gibi sebepler de iç göçün sebepleri arasındadır. Türkiye, kuruluşundan beri - özellikle sanayi atılımı yaptığı yıllarda - büyük bir iç göç yaşamaktadır. Kemal Sunal filmlerinde güldürü şeklinde tasvir edilen ve o dönemlerde sıklıkla “köyden kente göç” şeklinde kavramsallaştırılan günlerden bugüne esasında pek bir şey değişmiş değildir. Bugün birçok vilayette köylerden yakındaki ilçelere, ilçelerden merkez ilçelere ve oradan da metropollere doğru bir akın hala yaşanmaktadır. Örneğin Çanakkale’nin Ayvacık ilçesine bağlı bir köyde yaşayan bir köylüyle konuşursanız, imkân bulduğu taktirde yakındaki Küçükkuyu’dan veya Ayvacık’tan bir ev aldığını veya almak istediğini görürsünüz. Ayvacık’ta yaşayanlar ise Çanakkale’den ev alma peşindedir. Çanakkale merkezde yaşayanların ise birçoğunun ailesinden en az bir kişinin İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerde çeşitli amaçlarla ikamet ettiğini görmek çok olasıdır.
Birçokları “ne var bunda, yanlış bir şey yok” diyebilir. Ancak mesele tam olarak böyle değil. Boşalan köyler ve bunun özellikle tarımsal üretime olan olumsuz etkisi akla ilk gelen mesele olsa da kontrolsüz iç göçlerin ülke ekonomisine, sosyolojisine ve siyasetine ağır etkileri olmaktadır. Yazının devamında kısaca bahsedeceğim üzere İran bu konuda adeta bir laboratuvar gibidir. Dışarıdan, başka ülkelerden ülkemize yönelik gerçekleşen göçler gerek etnik farklılıklar gerek dilsel/inançsal farklılıklar gerek sosyolojik farklılıklar sebebiyle toplum tarafından oldukça hızlı teşhis edilmektedir ve aidiyet duygularının da etkisiyle olumsuz karşılanmaktadır. Bu konu genellikle, şehirlerin kalabalıklaştığı, kiraların yükseldiği, altyapının zorlanmaya başladığı, şehir kapasitesinin aşıldığı, işsizliğin arttığı gibi meselelerle gündeme gelir. Nitekim doğrudur da. Bütün bunlarda dışarıdan ülkemize gelen göçlerin ciddi etkileri bulunmaktadır. Ancak unutulmamalıdır ki iç göçler de benzer etkiye sahiptir.
İç göç meselesi genellikle basit bir “yer değiştirme” olarak düşünülür. Bir ülkenin bir vatandaşı istediği bir yerden başka bir yere taşınabilir. Evet, bireysel anlamda bakıldığında bu konu oldukça basit ve net görülmektedir. Ancak makro bazda bakıldığında bu o kadar da “basit” bir konu değildir. Öncelikle kontrolsüz iç göçün gözle görünür ilk yansıması varoşlaşmaktır. Varoşlaşma meselesi Türkiye’nin ciddi sorunlarından birisidir ve esasında inşaat şirketlerinin böylesine devasa kârlı işler yapmasının arkasındaki acı gerçek burada yatmaktadır. Amiyane tabirle iki müteahhit kalkıp da kendi başlarına İstanbul’u paramparça etmiş değildir. İstanbul’un on yıllara yayılan bir varoşlaşma sorunu vardır. Bu da konaklama ihtiyacında bir talep yaratmaktadır. Bu talebin karşılanması içinde birilerinin mutlaka bir arz sunacağı ortadadır. Bu süreç boyunca yaşanan yolsuzluklar, kanunsuzluklar bambaşka bir konudur. Esas mesele talebe karşı bir arz yaratma meselesidir.
Varoşlaşan şehirler dolup taşmakta ve alt yapı yetersizliği, asayiş sorunları, işsizlik gibi birçok sorun beraberinde gelmektedir. Örneğin kaç kişinin nerede yaşadığı tam bilinemezse belediyeler su planlamalarını yapmakta, kanalizasyon hizmeti sağlamakta, ulaşımı sağlamakta sorunlar yaşarlar. Çöpleri toplamaktan tutun, binecek otobüse kadar her alanda sorunlar yaşanır ki bugün İstanbul başta olmak üzere birçok vilayetin sorunu budur. İnsanlar toplu taşımadan ana caddelere kadar her yerde üst üstedir, belediyeler hizmet sağlamakta ve kaynak yaratmakta büyük bir efor göstermek zorunda kalmaktadırlar. Varoşlaşan yerlerde işsizlik büyük bir mesele hâline gelir. Asayiş hızla bozulur. Dolandırıcılık başta olmak üzere birçok sorun yaşanmaya başlanır. Çevresel sorunlar yaşanır. Gürültü ve ışık kirliliği gibi konulara girmiyorum bile.
Varlıklı kesimler ya alternatif yaşam yerleri yaratır (Bkz. İstanbul-Göktürk) ya da külliyen ülkeyi terk ederler. Kısaca alttan yukarı doğru her gelenin geldiği yerdekini bir başka yere doğru ittirdiği bir domino etkisi söz konusudur. Ülkemizden dışarıya doğru yaşanan göç de bununla doğrudan ilintilidir. Herkes daha “yaşanılabilir” bir yerde yaşamak ister. İşsizliğin az olduğu, her açıdan asayişin sağlandığı, eğitim imkanlarının yüksek olduğu, altyapısının güçlü olduğu, ulaşımın daha kolay olduğu şehirlerde hayatlarını sürdürmek ister. Evdeki kedi bile kendisini huzursuz hissettiği yerden uzaklaşıp başka bir yere kurulurken insanların bu arayışını anlamak zor değildir. Dolayısıyla iç göç meselesi basitçe bir vatandaşın kendi ülkesinde istediği herhangi bir yere taşınması olarak değerlendirilmemelidir. Bu konu uzun bir domino etkisinin ilk taşıdır.
Türkiye gibi İran’da iç göç sorunuyla uğraşmaktadır ve konu Türkiye’dekinden daha ciddi boyutlardadır. 2016 nüfus sayımına göre İran’da kentte yaşayan nüfus oranı %74’lere kadar gelmiştir. Bugün bu sayının çok daha yukarılarda olduğu düşünülebilir zira o günden bugüne İran’da onlarca toplumsal olay, iklime bağlı doğal afetler ve başka birçok konu yaşanmış durumdadır. Bugün İran’da birçok yere su sağlanması konusunda sorunlar yaşanmaktadır. Vilayetlerde su kesintileri gerçekleşmekte, asayiş sorunları yükselmekte, işsizlik zirve yapmakta ve fakirleşen halk içinden bir kısım hayatta kalabilmek için kaçakçılık, uyuşturucu, fuhuş ve dolandırıcılık gibi yollara başvurmaktadır. Bu sorunların hepsinin sebebinin sadece Batı’nın İran’a yönelik yaptırımlarında aramak hata olacaktır. Zira İran’ın birçok iç sorunu vardır. İklime bağlı toz fırtınaları, kuraklık, sel felaketlerinin yanında hava kirliliği, kaliteli eğitime ulaşma gibi irili ufaklı birçok konu İran’daki yerel ekonomileri bitirmiş ve kırsalı boşaltmış durumdadır. Daha küçük şehirlerdeki kişiler ise “daha iyi bir hayat” arayışıyla Tahran, Tebriz, Meşhed, İsfahan gibi yerlere göç etmektedirler. Buralarda ciddi bir varoşlaşma yaşanmaktadır. Mahsa Emini meselesinde toplumun ortaya koyduğu tepkiyi sadece “hicap takmak istemeyen bir kızın ölümüne karşı gösterilmiş” bir tepki olarak değerlendirmek yanlış değilse de çok eksik olacaktır. Çünkü halkın esas sorunu yukarıda bahsettiğim konulardır. Bugün Tahran metrosuna binebilmek bile kalabalıktan dolayı imkansız hale gelmiştir. Ulaşımdan, içme suyuna kadar birçok konuda ciddi sorunlar yaşanmaktadır ve insanlar bunun için siyasi iradeyi suçlamaktadırlar. Ancak esas mesele siyasi sistemden öte, yönetilemeyen iç göçtür.
Dolup taşan Tahran’ın varlıklı aileleri, Tahran’ın kuzeyinde alternatif yaşam alanları yaratmışlardır. Tahran’ın iyiden iyiye varoşlaşma sorunuyla boğuşmasının ardından bugün İran’ın kuzeyinde yer alan ve doğasıyla meşhur Mazenderan ve Gilan’da yeni yerleşim yerleri açılmaya başlanmıştır. Bu da beraberinde ciddi seviyede bir doğa tahribatı getirmiştir. Ülkemizin Ege sahillerinde yaşanana benzer bir konudur bu. İran’dan Türkiye’ye gelen göçleri bu yönden ele almak gerekir. Çünkü artık varoşlaşma şehirleri yaşanmaz kıldığı için başka ülkelerin metropolleri daha cazip gözükmektedir. Ancak bu durum tabiatıyla dünyadaki diğer büyük metropolleri de yaşanmaz kılmaktadır.
Sonuç olarak Türkiye gerek yaşadığı deprem felaketleri gibi büyük felaketler, gerek iş imkanlarının büyük şehirlerde toplanması, gerek iklim meselesinin artık iyiden iyiye kendini göstermesi gibi sorunlar yüzünden on yıllardır bir iç göç sorunu yaşamaktadır. Bu sorun en az dışarıdan gelen mülteciler kadar ülkeyi etkilemekte ve büyük problemlerin ilk nedeni hâline gelmektedir. Karar vericiler ve halk bu konuyu öncelemediği takdirde bu domino taşının devirdiği diğer taşlarla boğuşmaya başlanacağı ve bu sorunun yol açacağı diğer sorunlarla bir döngü halinde uğraşılacağı ortadadır. Bu da beraberinde toplumsal olayları ve kaosu getirecektir. Bu sebeple iç göç meselesi gerçek bir millî güvenlik meselesi olarak değerlendirilmelidir ve üzerine insani çözümler düşünülüp uygulanmalıdır.
Comentarios