Kitap Tanıtımı: Hayvan ve Şaman, Julian Baldick
- Ümit İşlek
- 17 Ara 2024
- 5 dakikada okunur

Julian Baldick, Hayvan ve Şaman: Orta Asya’nın Antik Dinleri, Hil Yayınları, 2011, 234 sayfa. ISBN: 978-975-7638-46-9.
Julian Baldick’in ilkin 2000 yılında Animal and Shaman: Ancient Religions of Central Asia adıyla İngilizce yayımladığı bu kaynak eserde, İç Asya şamanik din/inançlarının iç yapıları ve özellikle de hayvanların bu inançlardaki yeri üzerinde durulmaktadır. Eserde İskit, Hun, Türk, Moğol, Tunguz, Mançu, Fin ve Macar dinleri karşılaştırmalı metot ile incelenmektedir. Yazarın temel iddiası, bu inançlar içerisinde azımsanmayacak derecede ortaklıklar olduğu ve belli sistematik motifler etrafında şekillendikleri üzerinedir. Kendisinin de belirttiği gibi bu durum ortak bir miras fikrini beraberinde getirmekte ve bu miras “İç Avrasyalı” olarak adlandırılmaktadır. İç Asya, coğrafi bir bölge olmanın yanı sıra tarihi ve kültürel bir anlama da sahiptir. Zira din, mit, ritüel ve destanlardaki özellikler bu sınırları belirlemekte, coğrafya da söz konusu kültürel özellikleri tayin etmektedir. Dumezil’in üç maddede özetlediği erken dönem Hint-Avrupa düşüncesini Baldick, beş ana başlık olmak üzere toplam on altı maddede tasnif etmiştir. Yazara göre, İç Avrasyalılarla Hint-Avrupalılar bu açıdan birbirlerine benzemektedir.
Özellikle Orta Doğu’da ritüeller, toplulukların yaşam tarzlarına ve ihtiyaçlarına göre şekillenmektedir. Söz gelimi bu coğrafyada yaşayan ve tarımla uğraşan toplulukların ritüelleri tarımda verimi artırma beklentilerine göre şekillenmektedir. Bununla birlikte aynı bölgede yaşayıp hayvancılıkla geçinen topluluklarda yapılan ritüeller hayvanların bereketini sağlamaya yöneliktir. Yine aynı karşılaştırma üzerinden ilerlemek gerekirse tarımla uğraşan toplulukların mitlerinde kadın erkek mücadeleleri ön plandayken hayvancılıkla geçinen topluluklarda mevsimsel mücadele ön plana çıkmaktadır. Kısaca coğrafya ritüellerin mahiyetlerini etkilemekte ve onları şekillendirmektedir. Bu açıdan bakıldığında ağaçların İç Avrasya dininin oluşumunda etkili olduğu söylenebilir. Çünkü ağaçlar bulundukları tepelerde yer ile göğü birbirine bağlayan unsurlardır. Ağaçlardan daha önemli olan unsurlar ise hayvanlardır. Beslenmede ve avlanmada insanların rehberi, kurtarıcısı, atası, totemi ve kurbanı olan hayvanlar, ritüellerin temel yapı taşları konumunda olmuşlardır. Avustralyalı yerli kabilelerde sunağın veya evin kurulacağı yeri tayin edemeyen halkın söz konusu kutsal noktayı belirlemeleri için hayvanlardan faydalandıkları bilinmektedir. Bununla birlikte halkların zor durumlardan hayvanların rehberliği ile kurtulmaları Türklerin de aşina olduğu bir meseledir. Türklerin dahil olduğu coğrafyalarda olduğu gibi diğer birçok coğrafyada da görülen hayvanın ata sayılması ve totem hâline gelmesi uzun yıllar boyunca aktarılmaktadır. Nitekim birçok durumda kutsanan hayvanlardan olan at, yeri geldiğinde kurban olarak tanrılara sunulabilmektedir. Yine Hunların Avrupa’ya doğru göç etmelerinde onlara rehberlik eden geyik veya inek de bu bağlamda değerlendirilebilir.
Hunlarda hastalıkların tedavisi için insan kurban edildiği ve dağın kutsal sayıldığı bilgisi bir arada verilmektedir. Mit toplumunda dağların kutsal mekânlar olarak telakki edildiği ve dolayısıyla ritüellerin burada gerçekleştirildiği düşünüldüğünde insan ve hayvan kurbanlarının burada gerçekleştirildiği varsayılabilir. Dağın tıpkı ağaç gibi yer ile gök arasında bir merdiven olduğu ve yakınlığı sağladığı bilinmektedir. Benzer şekilde beyaz ışık ve kuş da tanrısal şans unsurları olarak düşünülmektedir. Devletler arası antlaşmalarda ise Hunlar beyaz renkli atlar kurban etmişlerdir. Savaşçılığın kaçınılmaz bir hayat gerekliliği olduğu dönemlerde, savaş envanterleri de kutsalla ilişkilendirilmiştir. Beyaz at bu bağlamda dikkate değerdir ve Hunların kılıca da tanrı gibi saygı gösterdikleri ifade edilmektedir. Demir ve metallere değer verme geleneği de bu şekilde değerlendirilebilir. Örneğin Yakut şaman kıyafetlerindeki metallerden dolayı Yakutlar, demircilere itibar göstermişlerdir. Nitekim Hunlar metal putlara da sahiplerdir. Genelde çadırların içerisinde muhafaza edilen bu putlara belli dönemlerde saygı gösterilerinde bulunulmaktadır. Sabah ve akşam saatlerinde ise çadırın dışından güneşe ve aya saygı sunulmaktadır
Ay ve güneşe saygı gösterisi Tabgaçlarda da karşımıza çıkmaktadır. MS 3. yüzyıldan sonra ortaya çıkan Tabgaçlar yılın yarısında aya, diğer yarısında ise güneşe tapmaktadırlar. Onlar da kurban olarak beyaz buzağı, beyaz koyun veya sarı bir at kurban etmektedirler. Kurbanlarını, tapınağa dönüştürülen mağaralarda sunmaktadırlar. Nitekim Türklerde dağ gibi mağaranın da kutsal sayıldığı ve kültleştiği bilinmektedir. Dolayısıyla mağaraların kutsal mekân olarak görülmesi Tabgaçların burada kurban sunmalarını anlaşılır kılmaktadır. Roux’nun topladığı malzemelerden anlaşıldığı kadarıyla Tabgaçlara, göç ederlerken ata benzeyen ancak boğa sesi çıkaran doğaüstü bir hayvan rehberlik etmiştir. Görüldüğü üzere Tabgaçlarda da hayvanlar vazgeçilmez unsurlar olarak düşünülmektedir. Kurban törenlerinde ise Tabgaç hakanının süvari olarak bir höyüğün etrafında tur attığı ve bu esnada kurbanı sunduğu görülmektedir. “Göğü dolaşma” adı verilen bu ritüel, mit toplumunda dairesel ve döngüsel şekillerdedir. Dolayısıyla bu ritüel, sonsuz zaman düşüncesinin bir ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır.
Mitsel döngünün bir diğer dikkat çekici örneği ise Cücenler arasında bulunmaktadır. Ölülerini oturur vaziyette gömen Cücenlerin bu geleneği doğal olarak Roux’ya da cenin pozisyonunu anımsatmaktadır. Mitsel döngü ile ilgili kısım, ölülerin diğer hayatta doğacağı pozisyonda gömülerek yeniden doğuma hazırlanmasıdır. Mitik toplumda makrokozmos ve mikrokozmos olarak telakki edilen insan hayatı, sürekli olarak tekrarlanan olgularla doludur ve dolayısıyla ölüler de bu inanışa paralel olarak gömülmektedir. Avarlarda ölen kadınların doğumla ilişkili olarak düşünülebilecek bir ürün olan yumurtayla gömülmesi de bu durumu çağrıştırmaktadır. Nihayetinde her iki olay da tanrısal bir özellik olan sonsuz dönüşümle ilgilidir. Cenaze gelenekleri ile ilgili bir diğer önemli bulgu da Uygurlarda görülmektedir. Uygurlarda ölü, ayakta ve silahlı olarak gömülmektedir. Ölünün bu şekilde gömülmesi yine kendisinin diğer dünyaya hazır bir şekilde ulaşma isteği ile ilgilidir. Uygurlardaki bir diğer önemli unsur ise ağaçtır. Dünyalar arası geçişte merdiven rolünü üstlenen ağaçlar, özellikle kurban törenlerinde ön plana çıkmaktadır. Uygurlar, kurban verirken ormanın etrafında dört nala at koştururlar ve ağaç olmayan yerlerde bu uygulamayı yere söğüt dalları diktikten sonra gerçekleştirirler. Buryatlarda da ölen kişinin en iyi atı, mezarının etrafında döndürülür ve ardından birlikte gömülür. Bu durum, kutsal yer ve gök arasında geçirgenliği sağlamak içindir. Başkurtların yeri temsilen yılana, göğü temsilen turnaya, orta dünyayı temsilen balıklara tapması da bu durumla ilgili olmalıdır. İç Avrasya veya Hint-Avrupa menşeli destanlarda üç dünya sembolizmi birçok alanda belirmektedir.
Turnanın kutsalla bağdaştırıldığı bir diğer bölge de Tahtacı Türkmen ve Yörük gruplarının yaşadığı Türkiye’nin güney bölgeleridir. Bu iki grupta da erkeklerin gökte uçan veya çiftleşen turnaları taklit ettiği ve adına “Turnalar Semahı” dedikleri bir ritüel gerçekleştirilmektedir. Özellikle Yörüklerin hayatında hayvanlara verilen değer had safhadadır. Öyle ki hayvanların sosyal alanlardaki yeri de dikkate değerdir. Onların at, deve, horoz, koç ve teke gibi hayvanları güreştirdikleri bilinmektedir. Hunlardan beri görülen kutsal suyu kirletmemek için yıkanmama gelenekleri ise kısmen de olsa Tahtacılar arasında görülmektedir. Onlara göre su tükürük, kan vb. pis şeylerle kirletilmemelidir. Bu bağlamda tuvaletten ve cinsel ilişkiden sonra yıkanmama geleneği de süregelmiştir. Tahtacılar aynı zamanda eski bir İç Avrasya geleneği olan ateşe kutsallık atfetme kültünü de devam ettirmektedir. Onlarda metal bıçak ateşe sokulmamakta çünkü bıçağın ateşin ruhuna zarar vereceği düşünülmektedir.
Tahtacıların ağaç kesmeden önce banyo etmeleri ve arınmaları, ağaca atfedilen kutsallığa dikkat çekmektedir. İnsan gerek hayvan gerek bitkilerde kendisine ait özdeşlikler bulmaktadır. Tunguzlarda ayının ata, kaplanın arkadaş olarak görülmesi bunun bariz göstergelerindendir. Özellikle hayvanlara verilen önem, onların kimi özelliklerinden faydalanmak amacıyla ritüellere bağlanmaktadır. Ancak dikkat edilirse hem Tahtacılarda hem Türkmenlerde kutsallık atfedilen unsurlar gökseldir. Bu durum, yukarı dünya merkezli bir inanç paradigmasının ürünü olmalıdır. Nitekim Türklerin Anadolu’ya veya batıya doğru göçleri, onların dini inançlarının medeniyet bakımından yükseldiği döneme denk gelmektedir. Bilindiği üzere şamanik inançlar kabile inanışları bağlamında değerlendirilmektedir. Buna mukabil devletleşme aşamasında din de ilerlemiş ve Gök Tanrı inanışı meydana gelmiştir. Günümüzde her iki grup da İslamlaşmıştır. Fakat özellikle Tahtacılarda İslam öncesi Türk dinlerinin etkileri hâlâ devam etmektedir. Yukarıda örnekleri sunulan ve gök ve yukarı dünya ile ilişkileri dikkat çeken kültler, bu bağlamda değerlendirilmeye uygundur.
Baldick’e göre Fin veya Yakut olsun bütün İç Avrasyalılardaki benzerlikler, belirli motiflerden yola çıkarak incelenip çözümlenebilir. Mitlerinin merkezinde hayvanlar yer almaktadır. Kutlu olduğu için soylunun kanı dökülmemektedir. Hayvan ata, rehber, gerçek veya tanrısal yolda araç, kurban, totem olabilmektedir. Hayvan insana dönüşebileceği gibi insan da hayvana dönüşebilmektedir. Gök kutsaldır. Göğün kuşta, yerin balıkta, yer altının yeri kazıyabilen hayvanlarda karşımıza çıkması, Dumezil ile Baldick’in İç Avrasya düşünce formülünün ürünüdür. Dünya/evrenin bu şekilde anlamlandırılması şaman ritüellerinde de yer almaktadır. Şamanlar ayinler esnasında üçlü şemaya uygun olarak kuş, balık ve diğer hayvanlar olmaktadırlar. Bu üçlemenin bir diğer yansıması da Hint-Avrupa düşüncesinde vardır ve çözümlendiğinde üst kısmın dinsel egemenliğe, orta kısmın güce, alt kısmın berekete tekabül ettiği görülmektedir.
Baldick’in kitabının tamamı düşünüldüğünde İç Avrasya mitlerinde bir bütünlük meydana gelmektedir. İç Avrasyalıların öne çıkan mitleri üzerine kapsamlı bir bakış sunan kitap kaynak eserler arasındadır. Bunun sebebi literatür hâkimiyeti ve yorumlama kabiliyetidir. Kitap sona erdiğinde söz konusu edilen milletlerdeki arkaik inanış kalıntılarının farkına varılmaktadır. Bu sebeple denilebilir ki İç Avrasyalılarda ağaç veya dağ, dini egemenliği temsil etmektedir. Dağ yamaçlarının İç Avrasyalılarda av alanları olduğu unutulmamalıdır. Dolayısıyla buraların kutsanması hayati önem taşımaktadır. Dağlık bölgelerde nehirlerin coşkun akması gücü düşündürürken Hindistan gibi düzlük bölgelerde sakince akıp toprağa bereket getirmesi verim bağlamında düşünülmüştür.
コメント