top of page

Depremde Yıkılan Binalarda Cezai Sorumluluk



Depremde yıkılan yapılar nedeniyle yapı sahibinin, denetimi usulünce yapmayan yapı denetim sorumlularının [1] ve sosyal medyada çokça bahsedildiği üzere müteahhitin,  hukuki ve cezai anlamda sorumluluğu bulunmaktadır. Bu yazıda yalnız cezai sorumluluk yönü ele alınacaktır.


Türk ceza hukukumuzda genel ve özel kanunlar uyarınca ihdas edilen kurallarla, mahkemelerde yapılan yargılama sonucu cezai açıdan sorumlu kimseler cezalandırılmaktadır. Bu kapsamda en temel kanunumuz 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’dur. Mezkur kanunun “Adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi” başlıklı 3/1. maddesi uyarınca “Suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur.”  Bir kimsenin suç işlediğinin kabulü için ise fiilin kanunlarda açıkça suç olarak tanımlanması gerektiği TCK’nin “Suçta ve cezada kanunîlik ilkesi” başlıklı 2/1. maddesine göre: “Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. Kanunda yazılı cezalardan ve güvenlik tedbirlerinden başka bir ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunamaz.” Bu durumda yargılamayı yapan hâkim, kanunda ilgili suç için öngörülen cezanın alt ve üst sınırını aşamaz, yahut öngörülen cezanın yerine başka ceza ihdas edemez. Kimse genel itibariyle başkasının işlediği suçtan cezalandırılamaz; bu durum da “Ceza sorumluluğunun şahsiliği” başlıklı 20. maddede “Ceza sorumluluğu şahsidir. Kimse başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamaz.” şeklinde yer almaktadır.


Tüm bunların yanında kişinin cezası, hukukumuzda kast ve taksir ölçütlerine göre belirlenmektedir. Türk Ceza Kanunu (TCK) kapsamında failin ceza sorumluluğu doğuran eylemi nedeniyle cezalandırılabilmesi için kast veya taksir derecesinde kusurunun olması gerekmektedir. Genel kural olan kast, kanunda 21. maddede “(1) Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanunî tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir. (2) Kişinin, suçun kanunî tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi hâlinde olası kast vardır.” şeklinde ifade edilmiştir.


Toplumsal hayatta belli faaliyetlerde bulunanların, başkalarına zarar vermemek adına bazı önlemleri almaları gerekliliği ve kişilerin toplumsal yaşamda belli davranış kurallarına uyma yükümlülükleri taksir açısından önem arz eder. Taksirli suçlar da genel itibariyle toplumsal kuralların ihlaliyle vuku bulmaktadır. Burada fail tedbirli ve öngörülü davranmadığından yaptırıma tâbi tutulabilmektedir. Taksirli fiilde öngörebilme imkân ve ödevinin varlığına rağmen sonuca iradi bir davranışla sebebiyet verme cezai sorumluluğu doğurmaktadır. TCK’nin 22. maddesinde taksir tanımlanmıştır. Buna göre taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanunî tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir:


(1) Taksirle işlenen fiiller, kanunun açıkça belirttiği hâllerde cezalandırılır.


(2) Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanunî tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir.


(3) Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi hâlinde bilinçli taksir vardır; bu halde taksirli suça ilişkin ceza üçte birden yarısına kadar artırılır.


(4) Taksirle işlenen suçtan dolayı verilecek olan ceza failin kusuruna göre belirlenir.


(5) Birden fazla kişinin taksirle işlediği suçlarda, herkes kendi kusurundan dolayı sorumlu olur. Her failin cezası kusuruna göre ayrı ayrı belirlenir.


(6) Taksirli hareket sonucu neden olunan netice, münhasıran failin kişisel ve ailevi durumu bakımından, artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açmışsa ceza verilmez; bilinçli taksir hâlinde verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilir.


TCK’nin 22/3 maddesinde göre kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır; bu hâlde taksirli suça ilişkin ceza üçte birden yarısına kadar artırılır. Taksirle işlenen suçtan dolayı verilecek olan ceza failin kusuruna göre belirlenir. Birden fazla kişinin taksirle işlediği suçlarda, herkes kendi kusurundan dolayı sorumlu olur. Her failin cezası kusuruna göre ayrı ayrı belirlenir. Yani suçun oluşumu ve dolayısıyla cezanın belirlenmesinde temel kural kasttır ancak kanunda fiilin taksir derecesinde kusurla işlenebildiği hâllerde “taksirli suç”tan söz edilebilir. Kısaca, kişinin fiilinin cezalandırılabilmesi için genel kural kast derecesinde kusurdur, taksir ise bundan daha hafif bir kusur türüdür ve cezada istisnai hâldir.


Depremde yıkılan yapılar nedeniyle ölüm veya yaralanmaların vuku bulduğu hâllerde yapı sahibi, müteahhit, yapı denetim mükellefleri hakkında TCK’nin  “taksirle öldürme” başlıklı 85. maddesiyle “taksirle yaralama” başlıklı 89. maddesi gündeme gelecektir. Türk Ceza Kanunu’nun 85. maddesine göre, “(1) Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise kişi iki yıldan on beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.


Gerçekten de 2011 senesinde Van’da meydana gelen depremden sonra açılmış ceza davası kapsamında Yargıtay bir kararında;


“3194 Sayılı İmar Kanunun 28. maddesinde yapının fenni mesuliyetini üzerine alan meslek mensuplarının, (fenni mesul mimar ve mühendisler uzmanlık alanlarına göre) yapının, tesisatı ve malzemeleri ile birlikte Kanuna, ilgili diğer mevzuata, uygulama imar planına, ruhsata, ruhsat eki etüt ve projelere, standartlara ve teknik şartnamelere uygun olarak inşa edilmesini denetlemekle görevli olduğu, ruhsat ve eklerine aykırı olarak yapılması hâlinde durumu ruhsatı veren Belediyeye bildirmekle mükellef olduğunun düzenlendiği, bu konuda denetim görevini yerine getirmeyen fenni mesul mimar ve mühendisin binanın yıkılmasına neden olan imalat hatalarından sanık olarak sorumlu olduğu,


Binanın sahibi ve müteahhidinin, binanın yapımına başlandığı andan itibaren, yürürlükteki kurallara uygun bir inşaat yaptırmak bakımından, binanın yapımından sorumlu olduğu ve kendi üzerine düşen dikkat ve özeni göstermemesi nedeniyle sanık olarak sorumlu olduğu,


Depremde yıkılan binadan alınan karot numunelerinin teknik bilirkişiler tarafından incelenmesi neticesinde; 1997 yılında yayımlanan Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkındaki Yönetmelikte birinci ve ikinci derece deprem bölgelerindeki binalarda C20 veya daha yüksek dayanımlı beton kullanılmasının zorunlu olmasına rağmen, kullanılan betonun Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkındaki Yönetmelikte belirtilen minimum beton sınıfı olan C16'yı dahî sağlayamadığı, etriye aralığı açısından ve binanın mevcut taşıyıcı elemanlarının donatı detaylandırmasında yetersizlikler olduğu, bilirkişi raporu ile proje verilerine göre kolon boyutları, donatı çap ve adetlerinde de farklılıklar olduğu, parça beton numuneler içerisinde çimento hamuru-agrega arasında aderans çözülmesi olduğunun belirlendiği, bu yetersizlik ve eksikliklerin binanın yıkılmasında etkili olduğu; sanıkların yıkılan binanın proje aşamasında, yapım aşamasında ve bitimi aşamasında, üzerlerine düşen yükümlülükleri yerine getirmediği, öngörülebilen bu netice bakımından dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranan sanıklar hakkında bilinçli taksirin koşullarının oluştuğu …” hüküm altına alınmıştır. [2]


Bir diğer kararında Yargıtay:


“23 Ekim 2011 tarihinde yerel saatle, 13.41’de Van Şehir Merkezinin yaklaşık 20 kilometre kuzeyinde, Erçek Gölünün batısında Kasımoğlu Köyü civarlarında, değişik kuruluşlara göre şiddeti 6.7 ile 7.3 arasında değişen yıkıcı bir depremin meydana geldiği, meydana gelen depremin, Van İl merkezinin yanı sıra Erciş İlçesi ve civar köylerde de önemli hasarlara yol açtığı, depremin birinci haftasında bölgede büyüklüğü 4.0-4.9 arasında toplam 114 deprem meydana gelmiş olduğu, şiddeti 5,0'dan büyük olan deprem sayısının ise 8 olduğu, bu ilk deprem sonrası artçı şoklar devam ederken bu sefer 9 Kasım 2011 tarihinde şiddeti 5.6 olan ve farklı bir faydan kaynaklanan ikinci bir depremin meydana geldiği, bu depremin merkez üssünün Van Şehir Merkezinin güneybatısında kalan Edremit ilçesi olduğu, 9 Kasım 2011 tarihinde meydana gelen depremin tetiklemesi sonucu Van Şehir Merkezinde faaliyet gösteren … Otel’in yıkıldığı, göçük ve enkaz altında kalan 11 kişinin yaşamını yitirdiği olayda,  AFAD il müdürlüğü tarafından dosyaya gönderilen … ön hasar tespit raporunda "otel binasının sağlam olduğunun" belirtilmesi, ilk deprem sonrası il yetkililerinin büyük bir depremden sonra fay hattının enerjisini boşalttığını, bu nedenle yıkıcı bir deprem beklenmediğini bildirip evlere girilebileceğini basın yolu ile ifade etmeleri karşısında, binanın yapımında herhangi bir sorumluluğu bulunmayan sanığa yüklenebilecek kusurun sadece ilk deprem sonrası bina ile ilgili tespitleri yaptırmamaktan ibaret olduğu, sanığın ikinci depremin meydana gelmesi sonucu binanın yıkılabileceği neticesini öngördüğüne ilişkin delil bulunmadığı anlaşılmakla, bilinçli taksirin koşulları oluşmayan olayda …” yapıyı yapanın yapının yıkılmasında sorumluluğunun yanında, malikin de deprem sonrasında binaya dair tespitleri yaptırmasının gerekliliğini vurgulamıştır. [3]


Son olarak başka bir kararında Yargıtay, yapılarda gerekli tespit ve denetimlerin yaptırılması, hasıl olacak neticeye göre riskli bölgede ve durumda yer alan yapıların güçlendirilmesi ve iyileştirilmesine yönelik önlemlerin alınması gerekliliğini belirtmiştir:


“Sanığın sahibi ve işleteni olduğu … Oteli'nin bu deprem sonucu yıkılarak çökmesi neticesinde, göçük ve enkaz altında kalan 24 kişinin öldüğü ve 1 kişinin ise yaralandığı olayda kovuşturma aşamasında düzenlenen ve hükme esas alınan Karadeniz Teknik Üniversitesi Mühendislik Fakültesi öğretim üyelerinden oluşan bilirkişi heyeti raporunda da belirtildiği üzere 19.09.2003 tarihinden itibaren sanık tarafından işletilmekte olan otel binasının 1964 yılında inşa edilen 1978, 1998 ve 2007 deprem yönetmeliklerine göre güçlendirilmemiş eski bir bina olduğu, otele sonradan ilave edilen kısımların bulunduğu, proje dışı yapılan bu ek kısımların binalarda deprem güvenliği açısından son derece tehlike oluşturduğunun bilindiği, otel binasının babası tarafından inşa ettirilmiş olması nedeniyle sanığın otelin eski bir bina olduğundan, sonradan yapılan esaslı değişikliklerden ve otele ek yük yükleyen çelik konstrüksiyon çatıdan haberdar olduğu, bunun yanında, otel binasının dış cephesinin “amerikansyding” denilen bir kaplama malzemesi ile kaplanarak yenilenmesi, kolonların alçıpanlarla giydirilmiş olması, tavanlara asma tavan ve alçıpan kartonpiyer uygulamalarının yapılması nedeniyle ilk deprem sonrasında dışarıdan yapılacak basit bir gözlemle çatlaklar görünmeyeceğinden bu şekilde hasar tespiti yapılmasının mümkün olmadığının sanık tarafından bilindiği, bu itibarla kaplama yapılmış binalarda kaplamanın altına bakılarak ve matkaplarla bu kaplamalar açılarak sıvalarda ve kolonlarda çatlaklar olup olmadığının incelenmesi, aynı zamanda taşıyıcı sistemden numuneler alınıp test edilmesi gerektiği hâlde, otel işleticisi olan sanığın kesin hasar tespit raporu hazırlanması için inceleme yaptırmak, işin uzmanlarından görüş almak ve bilimsel analizler yaptırmak yerine, 120 kişilik barınma kapasitesi olan ve toplu olarak yaşayan insan sayısının fazla olduğu eski bir binayı, 23 Ekim 2011 tarihinde gerçekleşen 7.2 büyüklüğündeki depremden sonra herhangi bir hasar tespiti yaptırmadan ve otelin oturulabilir olup olmadığını belirlemeden işletmeye devam ettiği;


Ayrıca 2003 tarihinden itibaren resmî olarak … Otel işletmecisi olan sanığın, Van İlinin 1. derece deprem bölgesi olmasına rağmen statik projesi, statik hesap raporu ve zemin raporu olmaksızın 1964 yılında konut olarak inşaat tekniğine ve mevzuatına aykırı şekilde babası … tarafından inşa ettirilen, 1969 yılından itibaren otel olarak işletilen, bodrum ile 5 normal kat ve üstü çelik konstrüksiyon çatı sistemi kapatılmış bulunan kaçak teras kattan oluşan otel binasını, söz konusu eksikliklerini bilmesine rağmen 1975, 1998 ve 2007 tarihli Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelik hükümlerine göre yetkisi ve olanağı bulunmasına rağmen güçlendirmediği, otel binasının özellikle yaşı ve bulunduğu bölge itibarıyla yüksek riskli deprem kuşağında yer almasına rağmen, depremden bir yıl kadar önce yaptırdığı bir milyon lirayı geçen tadilatın otel binasının taşıyıcı sistemi ile değil otelin iç ve dış dizaynı ile ilgili olduğu;


Tüm bu tespitler karşısında sanığın… Otel binasının evveliyatını çok iyi bilen ve uzun yıllardır da bu binada faaliyet gösteren otelin işletmeciliğini yapan tecrübeli bir tacir olduğu, binanın eski olması yanında sonradan yapılan esaslı değişikliklerin binaya ek yük yüklemesi, yenileme faaliyeti kapsamında yapılan kaplama işlemi nedeniyle duvar ve kolonlardaki çatlakların dışarıdan gözle bakılarak tespitinin mümkün olmaması nedeniyle binanın 23.10.2011 tarihinde gerçekleşen depremde hasar görmüş olabileceğinin ve ileride yaşanabilecek herhangi bir depremde otel binasının daha önce aldığı hasar nedeniyle yıkılabileceğinin sanık tarafından da öngörülmesi gerektiği, otelin alt katında faaliyet gösteren Albaraka Türk Bankası için … İnşaat Ltd. Şirketi tarafından ilk deprem sonrası 25.10.2011 tarihinde yapılan gözlem neticesinde hazırlanmış olan ve ön hasar tespitlerini içeren raporda binanın taşıyıcı sisteminin uygun bulunmadığının, bu sınıfa giren binalardan olası bir depremde çok kötü olmayan bir davranış beklendiğinin, bu nedenle de binanın Türkiye Deprem Yönetmeliği’ndeki bazı yönetmelik maddelerinde belirtilen hususları yerine getirmediğinin, binada güçlendirme projesi ve iyileştirme çalışmaları yapılması gerektiğinin ve tüm bu sebeplerle binanın risk taşıdığının belirtilmesine rağmen tüm bu tespitlerden haberdar olan sanığın yaşanabilecek olası bir depremde binanın yıkılabileceğini öngördüğü, buna karşın oteli kesin hasar tespit çalışmaları sonuçlandırılıp güvenli olduğu anlaşılana kadar işletmeye ara vermesi gerekirken, yeniden bir deprem yaşanmayacağına ilişkin hatalı güveni sebebiyle muhtemel bir deprem riskinin gerçekleşmeyeceği düşüncesi ile ve önceki tecrübelerinin olumsuz sonuçlanmamasına yönelik hatalı güveni ile 23.10.2011 tarihindeki ilk depremden sonra depreme dayanıklılık testi yaptırmaksızın oteli işletmeye devam ettiği, bu suretle sanık hakkında bilinçli taksir koşullarının oluştuğu anlaşıldığından …” [4]


Yargıtay kararlarında, yapı maliki ve müteahhiti, fenni mesul meslek mensupları ve yapı denetim sorumlularının binanın yapımı anından itibaren, binanın mevcut yasal mer’i mevzuat hükümleri ile teknik şartlarına uygun şekilde yapımından sorumlu oldukları, bu sorumluluklarını yerine getirmemeleri nedeniyle binanın yasal, idari ve teknik şartlara uygun inşa edilmemesinin binanın yıkılmasında etkili olduğu, yani binanın yıkılması ile faillerin sorumluluklarını yerine getirmemeleri arasında nedensellik bağı bulunduğu, öngörülen netice bakımından dikkat ve özen yükümlülüklerine aykırı davranan faillerin bilinçli taksir derecesinde cezai yönden sorumlu oldukları belirtilmiştir. Bunun yanında yukarıda yer alan kanun hükümlerine ve ceza sorumluluğunun belirlenmesinde esas alınan kusurlarının derecesine göre, sorumluların olası kastla öldürme suçundan sorumluluğu da gündeme gelebilecektir. Zira olası kast durumunda fail, kanunda tanımlanan sonucun kuvvetle muhtemel gerçekleşeceğini bilmesine rağmen "olursa olsun" düşüncesiyle meydana gelecek neticeyi göze alarak hareket etmekte ve neticenin gerçekleşmemesi için bir çaba göstermeksizin suçun yasal tanımında belirtilen unsurlarının meydana gelmesini kabullenerek fiili gerçekleştirmektedir.


Neticede ülkemizde 06.02.2023 yılında meydana gelen Pazarcık ve Elbistan merkezli Kahramanmaraş Depremleriyle bunların artçılarından en çok etkilenen on ilimizde vuku bulan tahribat nazara alınarak, bölgede inşa edilen yapıların mer’i mevzuat ve teknik şartlarla ilgili yönetmeliklere uygun şekilde ve depreme dayanıklı olarak yapılmasının hayati öneme haiz olduğu bir kez daha gözler önüne serilmiştir. Bundan sonraki ceza yargılaması sürecinde yapıların yıkılması ve deprem ile arasındaki illiyet bağı, yapı maliki ve müteahhitleriyle denetimden sorumlu olanların yükümlülüklerine aykırı hareket etmeleri durumları her bir yapı bakımından ayrı ayrı değerlendirilerek bu kişilerin açılacak kamu davalarında “yapının mevzuata aykırı şekilde yıkılma tehlikesine haiziyeti bilinmesine rağmen mevcut şekilde inşa edildiği” veya teknik ve fenne aykırı surette inşa/tadilat keyfiyetinin bilinmesine rağmen mevzuata uygunluğu yönünde denetim raporu verilmesi durumunda ilgililerin cezai açıdan sorumlu olması mümkündür.

  

[1] 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu

[2]  (Yargıtay 12. Ceza Dairesi  E. 2020/12133, K. 2022/10714, T. 27.12.2022)

[3]  (Yargıtay12. Ceza Dairesi 2018/8545 E.,  2019/3577 K.)

[4] (12. Ceza Dairesi 2014/8620 E., 2014/16069 K.)

Comments


Adsız tasarım-77.png
  • alt.text.label.Twitter
  • alt.text.label.Instagram
  • Youtube
  • alt.text.label.Facebook

©2024, KAF | Kültür Araştırmaları ve Faaliyetleri Merkezi. Tüm Hakları Saklıdır.

bottom of page