Ben, Daniel Blake* Bizim Ahali
- Faysal Göktaş
- 20 Oca 2024
- 3 dakikada okunur

Kelimelerin gücüne her daim inandım, dünyayı değiştirebileceğine. Sinema sanatının da bunu yapmada kelimelerden eksik kalacağını sanmam. Nitekim ticarileştirilmiş, meta hâlini almış sinema manipülatif endamını arz etse de bağımsız, toplumcu gerçekçi sinemanın, “Kral Çıplak!” deyişine ne mutlu ki engel olamıyor.
I, Daniel Blake alt-orta sınıfın yani çoğunluğun elinden kayıp giden sosyal devlet mevhumuna bir yas mahiyetinde. Sosyoekonomik hakların tabutuna vurulan son çiviyi adeta etimizi delip geçiyor gibi çakıyor tahtaya. İşçi sınıfının toplumcu gerçekçi yönetmeni Ken Louch’a Cannes’da ikinci Altın Palmiye Ödülü’nü kazandıran bu film, eşini kaybeden ve hayatının son demlerinde olan marangoz ustası Daniel Blake’in sıradan hayatını anlatıyor. Tek gelir kaynağı işi olan Daniel, yaşadığı kalp rahatsızlığı yüzünden çalışamaz duruma gelir. Sosyal yardım alabilmesi için bunu devlete kanıtlamak zorundadır fakat başaramaz, doktorun çalışamaz demesi önemli değildir; devlet ve onun bürokrasisi Daniel’in çalışabileceğini düşünmektedir ve haftada 35 saatini iş aramakla geçirmeli, bunu kanıtlamalıdır ki işsizlik ödeneğini alabilsin.

Filmin temel sorgusu kendine, çevresine yabancılaşmış, duyarsızlaşmış, bireyci, kapitalist toplumda, temel ve basit insani değerlerin aşınması üzerinedir. Daniel Blake ise kendi kabuğunda yaşamayıp çevresiyle, komşularıyla, toplum ile ilgilenen ve paylaşımcılığı hayat prensibi hâline getirmiş biridir. Paylaşım ve dayanışmada eski toplumun izlerini taşıdığı gibi bilgisayar kullanmak konusunda yaşadığı zorluklarla her konuda eski toplumun bir nüvesi olduğunu ve yeni düzene bir türlü uyum sağlayamadığını gözler önüne serer. Bunların yanında filmin bürokrasi eleştirisi de ajitasyona kaçmadan ve anlatılmak isteneni karikatürize etmeden gayet yerindedir, gerçekçidir. Çökmek için adeta büyük bir patlama bekleyen neoliberal düzenin toplumu ve bireyi de ne denli dönüştürdüğü, özenle betimlenmiş.
İki çocuğuyla yaşam mücadelesi veren Katie, filmin başat rollerinden. Katie rolü Türk izleyicilerce fazlaca “Yeşilcam karakterli” bulunabilir, zira para için kötü yola düşen kadın imajı fazlasıyla Yeşilçam melodramı çağrışımı yapıyor. Katie kendinin ve çocuklarının en temel ihtiyaçlarını bile karşılayabilecek gelirden yoksun ve bunu bedenini pazarlayarak aşmaya çalışıyor, öyle ki okulda kızının yırtık ayakkabısıyla dalga geçmeleri de eskort olma kararına en büyük etken. Onun için bedenini para karşılığı satması kızının yırtık ayakkabı giymesinden daha küçük bir sorun, hatta bu sorunu aşmanın yegane yolu. Tüm yolları tükenen anne fedakarlığı bizim sinemamızda da fazlasıyla işlenmiş bir konu. Yalnız belirtmek gerekir ki; bizim sinemamızda işlenen bu konular kader, bahtsızlık ya da yanlış seçimlerin sonucu olarak “arabesk” bir karikatür olarak gösterilirken bu filmde sosyoekonomik niteliği vurgulanarak düzen eleştiri olarak işlenmiş.
Daha önce filmlerinde göçmenlerin, evsizlerin, işçi sınıfının, toplumda “ötekilerin” hayatına dokunan Ken Louch bu filminde de geleneğini bozmamış ve var olan düzenin sınıfsal karakterini kendince ifşa etmiş. Film ayrıca tıpkı diğer Ken Louch filmleri gibi propaganda amacını taşımıyor, sıradan oyuncularla, sıradan hayatlara odaklanıyor ve eşitsizliği her yönüyle yalın ve duru bir anlatımla gözler önüne seriyor. Son ana kadar vergilerini verdiği devletin, kendisine yaşaması için gerekli olan sosyal yardımı çok görmesi, devletin sıradan vatandaşlara karşı takındığı acımasız karakterinin tahlili mahiyetinde. Filmin sonundaki Daniel’in kısa bir manifesto niteliğindeki “veda mektubu” aslında bir yönüyle filmin kısa bir özeti sayılır, “Ben, Daniel Blake; ben bir yurttaşım, ne eksik ne fazla!”
Daniel Blake’in başına gelenler, yaşamış olduğu İngiliz toplumunun değil günümüz dünyasındaki tüm kapitalist toplumlarının gerçekliğini yansıtması aslında Karl Marx’ın, “İşçilerin vatanı yoktur.” sözünün de bir kanıtı mahiyetinde. Aynı zamanda sanayileşmenin başladığı topraklar olan İngiltere’nin, post-endüstriyel dönemine de ayna tutması açısından önemli bir görsel çalışma elbette.
Ezilmişlik mevhumunu, sosyal gerçekliği eğip bükerek ya da tumturaklı bir şekilde değil; olduğu gibi, eleştirel ve toplumcu gerçekçi bir bakış açısıyla ele alan Ken Louch’un bu filmi, usta yönetmenin en başarılı filmleri arasında şimdiden yerini aldı diyebiliriz.
Comments